Afet çeşitli doğa olaylarının sebep olduğu kıyım olarak tanımlanır.[1]Daha derin bir inceleme yaptığımızda afet, canlı ve cansız çevrede fiziksel, ekonomik ve sosyal kayıplara sebep olan, insanların normal yaşantısını durduran olayların tümüdür. Doğal afetler ise tamamen ya da ağırlıklı olarak doğal etkenlerin neden olduğu, can ve mal kaybına yol açan, toplumların hayatlarını olumsuz etkileyen tabiat olaylarıdır. Doğal afet deyince akla en çok gelen deprem gelse de; seller, yangınlar, salgın hastalıklar, kıtlıklar da doğal afet kategorisindedir. Türkiye’de yaşanan doğal afetlerde, yol açtığı zararlar bakımından değerlendirildiğinde, % 53’ lük oranla depremler ilk sırayı alır. Eldeki tarihsel veriler de tarih boyunca Anadolu ‘da binlerce insanın hayatını kaybetmesine, pek çok binanın yıkılmasına sebep olan çok sayıda şiddetli depremin meydana geldiğini göstermektedir.[2]
Osmanlı döneminde sosyal ve ekonomik hayatı en çok etkileyen doğal afet depremdir. Osmanlı Devleti’nin kurulmasından sonra pek çok deprem yaşanmıştır. Bunlardan en çok bilineni 1509 İstanbul depremidir. Sultan II. Bayezid döneminde yaşanan deprem o derece şiddetli olmuştur ki halk arasında Kıyamet-i Suğra (Küçük Kıyamet) olarak adlandırılmıştır. Yaklaşık 45 gün süren sarsıntılardan sonra İstanbul surları ciddi şekilde hasar almış, evler yıkılmış, 5000 ile 13000 civarında insan vefat etmiştir.[3] Yine 1688, 1766 ve 1894 yıllarında İstanbul’da büyük hasara yol açan depremler yaşanmıştır. 1559 Eskişehir depremi ve 1588 Erzincan’da yaşanan depremler oldukça yıkıcı olmuştur. O dönemlerde yaşanan bu depremlerin zararlarının boyutu ve afet yönetimi konusunda elimizdeki belgeler oldukça sınırlıdır. Osmanlı dönemindeki afet yönetimi ile ilgili bilgilerimiz ise deprem ve yangınların sonrası oluşan büyük yıkım sonrası padişah fermanı ile halka yapılan acil yardım ve konutları içermektedir. Bununla ilgili ilk yazılı örnek, Eylül 1509 yılındaki İstanbul depremi sonrası ile ilgilidir. II. Beyazıt çıkardığı bir fermanla, yeniden ev yapmak amacıyla aile başına 20 altın bağışta bulunmuş ve harap olan tarihi kentin yeniden imarı için 50.000 usta görevlendirilmiştir. Aynı fermanla 14-60 yaşları arasındaki erkeklerin inşaat işlerinde çalışmaları zorunlu kılınmış, bu sayede yeniden imar hızlandırılmıştır. Bu suretle devlete ait olan İstanbul ve Galata tarafındaki yerler için başlayan inşaat altmış beş günde sona ermişti.[4] Deniz kenarındaki dolgu zeminler üzerine ev yapmak yasaklanmış ve ahşap-karkas (bağdadi) ev yapımı teşvik edilmiştir. Bazı yapılan araştırmalarda Sultan II. Beyazıt etrafındaki ulemayı toplayıp depremin nasıl durdurabilecekleri ile ilgili istişarelerde bulunmuş ve bunun sonucunda yer altındaki gazın, basıncın giderilebilmesi, yeryüzüne rahatça çıkabilmesi için İstanbul çevresinde yaklaşık 200 kuyu açtırmıştır. Ancak II. Abdülhamit zamanında yaşanan depremlerden sonra bilim adamlarının depremlere bakış açısı daha da değişmiş zararın daha az olması için öneriler sunulmaya başlanmıştır. 1894 depreminden sonra yazılmış olan Resul Mesdi Efendi’nin Siper-i Zelzele’si bu konuda yazılmış ilginç bir risaledir. Bu risalede depremin zararının en aza indirilmesi için raylı sistem mekanik evlerden bahsedilmiş ve bu evlerin nasıl yapılması gerektiği hakkında ayrıntılı izahatta bulunulmuştur.[5] Osmanlı devletinde bir afet yaşandığı zaman; başkent İstanbul’dan üst düzey özel memurlardan oluşan bir heyet görevlendirmekteydi. Padişah ve merkezi hükümeti temsil eden bu kişiler deprem bölgelerinde ve diğer afet bölgelerinde inceleme yaparak yerleşim biriminin ve halkın durumunu yerinde görmekte ve gereğinin yapılması ile ilgili İstanbul’a rapor etmekteydi. Padişahlar kendi hazineleri olan hazine-i hassadan depremzede veya afetzedelere dağıtılmak için paralar gönderirlerdi. Gönderilen bu nakdi yardımlar bizzat özel temsilcileri vasıtası ile halka dağıtılırdı.
Sultan II. Abdülhamit zamanına gelindiğinde Osmanlı afet yönetimi konusunda çok önemli değişimlerin yaşandığı görülmektedir. Bu dönemki yeni, uygulamalar ile padişah ve merkezi hükümet afet yönetiminde eskisinden çok daha etkili olmaya başlamıştır. II. Abdülhamit tarafından tayin edilen özel yetkililer büyük bir deprem İstanbul’da duyulur duyulmaz çok daha geniş bir ekiple (doktor, erzak, tıbbi malzeme, çadır gibi acil ihtiyaç malzemeleri ile birlikte) kısa süre içerisinde İstanbul’dan yola çıkarılırdı. II. Abdülhamit Han’ın afet yönetiminde uyguladığı yeniliklerden biri de; afet bölgesine göndereceği özel temsilcilerini çok yakınında olan yaverlerinden seçmekti. Diğer önemli uygulaması ise büyük afetler sonrasında ülke çapında yardım kampanyaları düzenlettirmekti. Böylece hazineye fazlaca yüklenmenin de önüne geçiliyordu. Bu kampanyaların en önemli destekçisi ise padişahın kendisi ve aile fertleri idi.[6]
Osmanlı devleti afet zamanlarında gerekli tedbirlerin acil alınması için vilayetlerin başındaki vali ve mutasarrıflarını yönlendirir, devletin afetzedelerin yanında olduğunun hissettirilmesi için valileri ve bölge yöneticilerini bizzat afet bölgesine gönderirdi. Ayrıca İstanbul’dan gönderilen özel yetkililer halkın yaraları sarılıncaya kadar orada kalırlar, halkın ihtiyaçları ile ilgilenirlerdi. Kış gelmeden halkın sefaletten kurtulması için gerekli tedbirler alınırdı.[7]
Yangınlar da Osmanlı Devleti’nde görülen toplumsal, sosyal ve ekonomik hayatı etkileyen önemli afetlerdendir. Osmanlı’da depremden dolayı ahşap evler tercih ediliyordu. Ancak mahallelerde çıkmaz sokakların olması ve bitişik ev yapma geleneği bir evde yangın çıktığı zaman yangının hızlı bir şekilde yayılmasına sebep oluyordu. Yangınla mücadele; yeniçeriler, bostancılar, cebeciler, bazı vergilerden muaf tutulmak kaydıyla şehrin su taşıyıcıları ve baltacı loncalarının göreviydi. 1718’den sonra yangınlarda tulumbaların kullanımı büyük kolaylık getirdi. 1719’da bir tulumbacı birliği yeniçerilere bağlandı, 1868 senesinde her mahallede tulumbacı takımı ve 1873’te düzenli itfaiye kuruldu; yangın sigortası da ancak 1890’da başlatıldı.[8] Afetin Yönetiminde Devletin başlıca rolü; afetin eşgüdümlü olarak yönetimiydi. Bu afet yönetim süreci, merkez–taşra bürokratik yapılanması çerçevesinde gerçekleştirilirdi. Bu bürokratik işleyiş sürecinde afetzedeler ve yangının mağdurları için yardımlar toplanmasına öncelik verildi. Yardımlarda öncelik yangın zedelerin temel beslenme ihtiyaçlarının karşılanmasıydı. Barınma sorunlarının giderilmesiyle ilgili olarak da çeşitli tedbirler alınırdı. Bunların dışında Osmanlı merkezî ve taşra idaresi, yangından zarar görenler için bazı vergi muafiyetleri bahşetmekten de geri durmazdı.[9]
Osmanlı devleti kurulduğu coğrafya itibarıyla birçok doğal afete maruz kalmıştır. Bu yaşanan sıkıntılara padişahlar ve devlet yöneticileri her zaman anında müdahale etmeye çalışmışlar ve halkın yaralarını bir an önce sararak normal yaşayışlarına geri dönmelerini sağlamışlardır. Bunu yaparken hem bürokratik işleyiş devam etmiş, hem de sıkıntılı durumu atlatmak için padişahlar kendi hazinelerinden de yardımlar göndererek, yaverleriyle gönderdikleri mektuplarla halkın yanında olduklarını hissettirmeye gayret etmiştir.
Demet Hikmet TELEK
Tarihçi
SİSAD Gönüllüsü
[1] Türk Dil Kurumu Sözlüğü
[2]DR Selahattin Satılmış, Osmanlı Devleti’nde Afet Yönetimi Ve Depremlerin Sosyo Ekonomik Etkileri, İdeal Kültür Yayıncılık,S:4
[3] islamansiklopedisi.org.tr “İstanbul” maddesi. Yazar: Halil İnalcık
[4] Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi 2011 Geç Dönem Osmanlı İmparatorluğu’nda Afet Yönetimi: 1894 BÜYÜK Uşak Yangını Biray ÇAKMAK
[5] M.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi 33 (2007/2), 129-168 ll. Abdülhamid Zamanında Kaleme Alınan Bir Deprem Risalesi: Resul Mest1 Efendi’nin Siper-i Zelzele ’si Dr. Nuh Aslantaş
[6] Satılmış, a.g.e. s.51
[7] Satılmış, a.g.e. s.60
[8] İnalcık,a.g.m.
[9] Çakmak,a.g.m.s 67